Mustafa Kemal'in en büyük özelliklerinden biri de yaşadığı çağın çok ötesinde bir dehaya ve kahramanlıklarla dolu bir yaşama sahip olmasına rağmen, son derece tevazulu ve alçak gönüllü gerçek bir beyefendi olmasıydı. Yaşamının her anında, dünya milletlerini şaşkınlığa uğratan ve mucize olarak adlandırılan zaferler kazandıktan sonra dahi, bu başarıdaki en büyük kişisel pay kendisine ait olmasına rağmen, başarıyı ve yapılan övgüleri hiçbir zaman üstlenmemiş ve hep çevresindeki silah arkadaşlarına, aziz Türk ordusu ve Türk Milleti'ne mal etmiştir.
******'ün tevazusunu ortaya koyan belgelerde şahsının bir başka özelliği de ön plana çıkmaktadır. Bu özellik söylemek istediği sözü en çarpıcı kelimelerle, en güzel manayı oluşturacak şekilde anlatmadaki ustalığıdır. ******, karşısındaki insanı hep en yüksek şekilde onore etmiş ve bunu yaparken söz söyleme sanatındaki ustalığını kullanmıştır.
Alçakgönüllüğü, hitabetteki ustalığı ve bu ustalığı insanları en olumlu etkileyecek şekilde kullanması, dünya tarihinde çok az büyük insanda görülen gerçek bir beyefendilik özelliğidir.
Örneğin Birinci İnönü Zaferi'nden sonra silah arkadaşı İsmet Paşa'ya yazdığı teşekkür mektubunda bu özelliğini açık bir şekilde ortaya koymuştur;
"İnönü Muharebe Meydanı'nda, Metris Tepe'de Batı Cephesi Komutanı ve Genelkurmay Başkanı General İsmet'e: Dünya tarihinde sizin İnönü Meydan Muharebeleri'nde üzerine aldığınız görev kadar ağır bir görev kabul etmiş komutanlar azdır.
Düşmanın istilası, azim ve hamiyetinizin kayalarına başını çarparak paramparça oldu. Namınızı, tarihin şeref sahifelerine kaydeden ve bütün milleti hakkınızda sonsuz minnet ve şükrana sevk eden büyük gaza ve zaferinizi tebrik ederken üstünde durduğunuz tepenin, size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir şeref meydanını seyrettirdiği kadar, Milletimiz ve kendiniz için parlak yükselme ile dolu bir gelecek ufkuna da baktığını ve egemen olduğunu söylemek isterim."
Ancak ******'ün vurgulamakta ve yüceltmekte en hassas olduğu konu Yüce Türk Milleti'nin fedakarlığı, cesareti ve Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği özveri oldu. Nitekim kazanılan eşsiz zaferin mimarı Mustafa Kemal, bu zaferin Anadolu halkının eseri olduğunu her fırsatta en güzel şekilde dile getirdi:
"Düşünmediler ki Türkler'in vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri kendilerinin mel'un ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir. Nitekim milletimiz düşmanın hazırlıklarına karşılık için, hiçbir fedakarlıktan çekinmedi. Ordumuzu takviye para, insan, silah, hayvan, araba velhasıl her ne lazımsa seve seve verdi. Avrupa'nın en mükemmel araçlarıyla donatılan Konstantin ordusundan, ordumuzun donatım itibariyle de geri kalmaması ve hatta ona üstün gelmesi gibi inanılmaz mucizeyi Anadolu halkının fedakarlığına borçluyuz." (TBMM Tutanakları, c. 12, s. 210)
****** aynı alçakgönüllüğü 30 Ağustos Zaferi'nden sonra da göstermiş ve kazanılan bu büyük zaferin arkasında Türk ordusunun komuta heyetinin ve Türk subaylarının bulunduğunu belirtmiş ve büyük zaferi Türk Milleti'nin bir anıtı olarak ifade etmiştir. Eşsiz deha sahibi bu Büyük Kumandan için övünülecek tek özellik, Türk miletinin bir evladı olmak ve bu milletin ordusunda Başkumandan olarak hizmet etmekten başka bir şey değildi:
"Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu muharebe; Türk ordusunun, Türk subaylarının ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tesbit eden çok büyük bir eserdir. Bu e-ser, Türk Milleti'nin ölmez bir anıtıdır. Bu eseri meydana getiren bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğum için, sonsuza dek mesut ve bahtiyarım."
******'ün sözlerinde dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da, sözlerinde Türk Milleti'nin ve Türk ordusunun bir bütün olarak işlenmesi ve millet ve ordusu arasındaki bağ ve yardımlaşmadan bahsetmesidir. Bu bağ yalnızca Kurtuluş Savaşı'nda görülmemiş, Türk Ordusu tarihinde ve Cumhuriyet sonrasındaki her dönemde de görülmüştür. Günümüzde de Türk Halkı'nın Kahraman Ordusu'na karşı gösterdiği hassasiyetin ve her Türk vatandaşının kalbinde Türk ordusunun özel bir yeri olmasının sebebi, tarih boyu süregelen ve ******'ün de sözlerinde altını çizmiş olduğu bu kopmaz bağdır.
****** Kurtuluş Savaşı sonrasında hükümdar, diktatör, halife ve daha birçok şeyler olabilirdi, fakat büyük adam olabilmek için onun parlak ünvanlara ihtiyacı yoktu. Hazırladığı ve kendi ölçüsüne göre kurduğu bir Cumhuriyet'in başkanı olduktan sonra, çizdiği medeniyet yolunda yürümeye başladı. Kendisi şüphesiz tahta çıkabilirdi. Fakat basireti buna mani oldu. Kibirsizdi, gösterişi sevmez, öğünmesini bilmezdi. Hergün biraz daha filozoflaşmış, halk arasında kıymeti artmıştır. (****** Yolu, Otomarsan Kültür Yayını, s.115)
Bu büyük insanın sahip olduğu tevazu, yakın çevresi ve diğer insanlarla birebir ilişkilerinde daha da net bir şekilde ortaya çıkıyordu. Cumhuriyet dönemi ressamlarından İbrahim Çallı'nın ******'le yapmış olduğu sohbet bu tevazunun açık bir örneği olmuştur.
İbrahim Çallı'nın o gün yaşadığı izlenimleri Hasan Cemil Çanbel şöyle anlatıyor:
Çallı - "Büyük reisimiz, beni huzurunuza kabul buyurdunuz. Ve beni konuşturdunuz, siz ne büyüksünüz ki, bizi dinliyorsunuz."
****** - "Ben sizi dinlerim, sizin konuşmak ne kadar hakkınızsa, benim de bu büyük millete söylemek, kendimi ona dinletmek hakkımdır."
Çallı - " Size malik olmak, bu güzel talih Türk Milleti'ne nasib oldu."
****** - " Aynı milletin çocuklarının beraber bulunarak birbirini tanımaları, sevmeleri ve yüksek hislerle aynen tabi olmaları güzel bir şeydir. Eğer siz güzel sanatlar mensubu olarak bunu tesbit ederseniz bütün millete ve bütün insanlığa hizmet etmiş olursunuz."
Çallı - "Büyük Reisi Cumhur..."
****** - "Hayır ben bu akşam sizinle Cumhurbaşkanı olarak değil, bir vatandaş olarak konuşuyorum. Bu memlekette ve her memlekette, daima bir cumhurbaşkanı vardır. Ben sizinle şimdi konuşurken bir vatandaş sıfatını düşünüyorum."
Çallı - "Siz bu milleti kurtardınız."
****** - "Bu bahsi burada bırak, şimdi Gazi Mustafa Kemal yok, sizinle eşit koşullar altında konuşabilirim."
"Sözleriniz güzel ama bitti, yalnız sen mi söyleyeceksin. Sanatçılar sanırlar ki yalnız kendileri heyecanlanırlar. Etraflarındaki insanların kendilerinden ziyade heyecanlandıklarını unuturlar."
Çallı- "Büyük Paşam, bir eserim var, Fındıklı Sarayı'nda duruyor."
******- "Fındıklı Sarayı neresi? Ben saraylardan hoşlanmam. Devlet Başkanı olmak mecburiyetinde, İstanbul'a gittiğimde Dolmabahçe denen soğuk bir yerde oturuyorum. Ve ben orada rahatsız oturuyorum. Bir evde otursam daha rahat ederim." (****** Bir Çağ'ın Açılışı, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, s. 349)
****** bütün yaşamını cephelerde mücadele etmekle geçirmiş, bir ülkenin Kurtuluş Savaşına tek başına yön vermiş, o güne kadar hiçbir Türk'e nasip olmayan yetki ve sorumlulukla Türk ordusunun başına geçmiş ve büyük bir zafere imza atmış eşsiz bir devlet adamıdır. Ancak bu muhteşem ve kahramanlıklarla dolu tarihe sahip olan insan, günlük yaşamında gösterişten uzak sakin bir yaşam sürmeyi tercih etmiştir. ******'ün Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki yıllardaki yaşamı onun bu özelliğini göstermektedir.
****** Ankara'da bulunduğu zamanlarını Marmara Köşkü'nde geçirir, öğle yemeklerini orada yer, sıradan bir vatandaş gibi çiftlikle meşgul olur, bazen sohbet etmek için yakın arkadaşlarına uğrardı.
******, İstanbul'da iken motorla boğaz gezintisinden, Anadolu sahilini takiben Ada'ya gitmekten hoşlanırdı. En büyük zevki milletin arasına karışarak, onların eğlencesine iştirak etmekti. Herkes bilirdi ki Ata'nın en mutlu olduğu dakikalar milletiyle beraber olduğu anlardı.